İstanbul’da kıytırık, intipüften molihiyalı iftar yemeği…
Senaryo 1:
Birileri Kıbrıs’a telefon açtı… “Yahu, şu İstanbul seçimlerinde AKP adayımız oldukça zorda. Hadi bir el de siz verin… Murat Kurum’a sizin de bir katkınız olsun…”
“Nasıl bir şey emredersiniz efendim…”
“Çalıştay olur, sergi açılışı olur, iftar yemeği olur. Düzenleyin birşeyler…”
“Ha… İstanbul’da yaşayan binlerce Kıbrıslı var… Onları da çağırın… Oy konusunda Murat Bey’e bir faydaları dokunsun…”
Senaryo: 2
Birileri Ankara’ya telefon açtı… “Efendim, biz üç koalisyon partisi; Sayın Tatar’la birlikte düşündük de acaba AKP’ye yerel seçimlerde bir yardımımız dokunabilir mi? Çorbada bizim de tuzumuz olsun icazetinizle…”
“Hakkını yemeyelim… Fikir aslında Sayın ilahiyatçı Erhan Bey’den çıktı. İstanbul’da lüks bir otelde; şeftali kebaplı, mulihiyalı bol yemeli içmeli bir iftar yemeği verelim. AKP’nin adayını da çağıralım. Kıbrıs üstüne bir nutuk atsın, AKP’nin seçim kampanyasında bizim de bir katkımız olsun…”
“Hamdolsun, Allah sizden razı olsun; iyi düşünmüşsünüz… Hatta Cumhurbaşkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ı da çağırırız. O da 20 Temmuz’dan girsin, Kıbrıs’a yaptığımız maddi yardımlardan çıksın… Bizim seçmenimiz vatan millet dendi mi, daha kolay ikna olur.”
“Ha bir de sizin buralarda zengin işadamı Kıbrıslılar var… Onları da bulup davet edersiniz… Onların oyları lâzım bize…”
“Merak etmeyiniz Beyefendi… Biz mutlaka bu projenin altından kalkarız. Hatta CHP gücenmesin, muhalefet de bize laf etmesin diye yemeğin adına ‘iftar’ demeyiz. Başka bir uyduruk isim ayarlarız.”
“Yok… Yok… İftar diyeceksiniz tabii… Korkmayın… Zaten Ersin Bey zırt pırt hemen her gün İstanbul’da iftarlara katılıyor… Korkmayın, ne sizin muhalefetiniz, ne bizim muhalefetimiz size laf etmez. Hatta farkına bile varmazlar…”
Öyle ya da böyle; gelen telefonla mı, yoksa giden telefonla mı oldu, önemli değil… Sonunda oldu ya…
Bizim dört AKP sevdalısı, İstanbul yollarına düşmeden önce, “Nasıl bir şey yapalım da AKP’yi memnun edelim?” diye günlerce danışmanlarıyla toplantılar yaptılar…
Parlak fikirler, her zaman olduğu gibi, Tatar’ın “devlet”e mal oluşları pahalı danışmanlarından geldi…
“İftar yemeği diyelim efendim… Sayın Tatar ile Murat Kurum yan yana otursunlar. Önlerine de KKTC ile TC bayracıklarını koyalım. Bu harika bir milli fotoğraf olur. AKP’yi İstanbul’da birkaç puan yukarıya çıkarır.”
Bu “İstanbul çıkarması” fikrinin asıl sahibi olan Erhan Arıklı ise kıs kıs gülmektedir oturduğu yerde:
“İftar yemeği diye adını koymamızda ısrarlıyım ben. Hele Kıbrıs mulihiyası dedik mi, meraklısı çoktur. Turizm Bakanı Ataoğlu bu işi ayarlayabilir. Almanya’da Tatar ile birlikte gubez ile (bulgur köftesi) tanıtım yapmışlardı, tecrübe sahibidir.”
Fikri Ataoğlu, fikri olan bir “diplomalı” bilim adamı gibi konuştu…
“Bosphorus otelde Kıbrıs şeftalisi hazırlatmak kaça mal olur, haberin var mı senin? Hele yemek üstünden bir de Tatar Böreği verirsek benim Turizm Fonu tam takır olur.”
Araya Başbakan Üstel girer ve “Ramazan sofrasında Kıbrıs yemekleri ile İstanbul’da hem tanıtım hem seçim kampanyasını harmanlarız ve kimse de durumu çakmaz” diyerek tartışmaya son noktayı koyar.
Sayın Tatar’ın çok akıllı bir başka danışmanı, bu konuşmalar üzerine der ki:
‘Kültürler ve Kentler Buluşması’ diyelim, bir da sergicik ayarlarım ben, ona da ‘Kuzey Kıbrıs’ı İstanbul’da Yaşamak’ diye bir isim koyarız. Bence, iftar yemeği davetiyede görünmesin… Çünkü bir şey söyleyim size; İstanbul’da yerleşmiş Kıbrıslılar iftar yemeği dersek bu toplantıya ilgi göstermezler…”
Arıklı gene itiraz eder…
“Kentler Buluşması dersek, İmamoğlu ile Harmancı’yı da davet etmemiz lazım. Lefkoşa ile İstanbul’un kardeş şehir olduklarını unuttunuz galiba.”
Başbakan araya yeniden girer:
“Yok… Yok… Biz AKP için yapacayık bu işi. Başkalarını karıştırmayın. Zaten kentler buluşması da desek, gavoloz da desek, insanlar ahmak değil ya da kandıracayık gennerini…”
Ve İstanbul’da tarihimizde ilk kez, Kıbrıs’ta “devlet” diye adlandırılan yapıdaki “top 4” AKP’nin “seçim kampanyası”na topluca katılır…
Tatar, AKP adayı Murat Kurum’u kürsüden bol bol över. Kıbrıs’a yaptığı hizmetleri bir bir anlatır…
Arkasından Cevdet Yılmaz çıkar kürsüye…
O da, Kıbrıs’a yapılan “mali yardımları” anlatır… Bir KKTC “valisi” gibi, sahte diploma olaylarına da girer çıkar… “Sistemi iyileştirme” sözü verir, hata yapanların cezalandırılacağını da bize müjdeler…
Böylece İstanbul’da “intipüften” kıytırık bir “kentler ve kültürler” buluşması gerçekleşir.
Ne demişler? Kedi göle işerken, okyanusun mavisini kendi çişi sanır.
Olsun… O da az şey mi? Hele katılımcılara üzerinde KKTC bayracığı olan bizim üretimimiz birer “diploma” da verdik mi, AKP’yi çok “medyun” ederiz valla…