Hasan Kahvecioğlu

Bir “atanmış” Mahkemeyi, Savcılığı, Polisi bu duruma düşürebilir mi?

Yok ama, gerçekten dayanılacak gibi değil…

Bu bir “dibe vuruş” tablosudur…

Bir toplum bu kadar pisliğin içinde var olamaz…

Bir siyasi parti bu kadar “kirliliğin” içinde barınamaz…

Başbakanı dışarıdan tayinli…

Bakanlarından bazıları “sahte diploma” zanlısı…

Vekillerinden bazıları “yolsuzluk” şüphelisi…

Atadığı bürokratların bir kısmı mahkemelik…

İki küçük ortağına bakıyorsun; onlar da kötü birer “kopya” gibi…

Başkanları da, vekilleri de tıpkısının aynısı…

UBP de, DP de, YDP de bir “menfaat şebekesi” izlenimi veriyor…

Önlerine hep birlikte o çok sevdikleri “devlet”i yatırmışlar, topluca sırtına binmişler…

Kim; daha fazla söğüşleyecek?

Kıbrıs’ın kuzeyinde siyaset, hiç bu kadar kirlenmemişti…

Ancak geçen hafta yaşadıklarımız, rejimin “sürdürülemez” karakterini gün yüzüne çıkardı…

Bu topraklarda yaşayan, çift pasaport taşımayan, gidecek bir başka yeri yurdu olmayanlar için çok “incitici” ve “aşağılayıcı” bir durumdan söz ediyorum…

Kendisini “Kıbrıslı Türk” olarak niteleyenlerin elbette bu topraklara ilişkin ciddi bir “gailesi” vardır…

Kıbrıs’ın kuzeyinde demokratik bir dünya “toplum”u olarak var olmak, bu “gaile”nin en temel öğesidir…

Milliyetçi hamaset erbabı, burada bir “devlet” varmış gibi davransa da, Azerbaycan’larda bizi “tanıtır” gibi yapsa da, bu kocaman bir yalandır…

Kıbrıslı Türkler elbette “devlet” olacaklardır…

Hem de uluslararası hukuk içinde, gerçek bir devlet…

Ama ne zaman?

“Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nde…

Kıbrıs’ın iki “eşit” devletinden biri olarak, ancak o zaman dünyadaki yerini alacaktır…

Çözüm olur ya da olmaz, burada “devlet” kıvamında, demokratik bir “idare” kurmak ve bunu dünyaya göstermek zorundayız.

Kıbrıslı Türkler bunu fazlasıyla hak etmektedirler…

Oylarıyla bu ülkede bir “Anayasa” düzeni kurulmasını onaylamışlar ve “hukuğun üstünlüğü”nde bir “nizam” içinde yaşamayı benimsemişlerdir.

Geçen hafta bize yaşatılanlara bakalım…

UBP’nin Girne Kadın Kolları Başkanı, “sahte diploma” soruşturması kapsamında arandığını fark edince, Türkiye’ye kaçıyor…

Orada bir süre serbestçe yaşadıktan sonra, bir sabah aniden Kıbrıs’a dönüyor…

Hatta ülkeye “VIP’ten girdiği” iddia ediliyor…

Havaalanında tutuklanmıyor…

Kendi özel arabasıyla Güzelyurt’a gidiyor.

Mahkemeye çıkıyor, kefalete bağlanıp serbest kalıyor…

Bu; komple “anormal” bir durum…

Onlarca eczacının kelepçelenerek götürüldüğü…

80 yaşından büyük doktorların tutuklandığı…

Eski Meclis Başkanı’na kelepçe takıldığı…

Bir “ülke”de bir partili kadının, bu kadar “ayrıcalıklı” bir konumda olmasını kabul etmek, ses çıkarmamak bu topluma büyük saygısızlıktır.

Siyasette “kayırmacılığa” alıştırıldık…

Ancak işi; “adalet”te bir kayırmacılığa kadar götürmek, dünyaya “ümmet” görüntüsü vermektir ki, bu “kaldırılamaz” bir yüktür.

İyi ki siyasette Özersay var… İyi ki sosyal medyada Serdinç Maypa var…

Yoksa; kimse bu “ayrıcalığın” farkına bile varmayacaktı…

Yaşanan bu “skandal”da; muhalefetin, medyanın ve sivil toplumun sorgulaması gereken yığınla nokta vardır.

En önemlisi; Polis’in tavrıdır…

Neden havaalanında tutuklama yapmadı? Neden zanlının kendi arabasıyla Güzelyurt’a gitmesine izin verdi?

Yukarılardan biri “müdahale” mi etti?

Başbakan Ünal Üstel büyük “zan” altındadır. Sözkonusu olan kadının Başbakan’a “yakınlığı” sosyal medyanın sürekli gündemindedir. Başbakan bu “yakınlık” nedeniyle Polis’e “emir” verdi mi?

Polis, genellikle sivil idareden gelen emirleri dinlemez.

Başbakan bunu nasıl başardı?

İşin ucu, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’na kadar uzanıyor.

Komutan bu işin neresinde?

Tabii; işin daha vahim tarafı Başsavcılığın tavrıdır…

Başsavcılık; neden sahte reçete olayındaki gibi, sahte diploma olayındaki gibi bir yöntem izlemedi? Neden kendisi önce 24 saat tutuklayıp, arkasından mahkemeye sevk etmedi?

İlgili Savcı’ya kim emir verdi? Ya da kim “ricacı” oldu?

İlgili Savcı, ya da Başsavcılık neden üstten gelen bir “emri” ya da “rica”yı kabul etti?

Gelelim asıl “hukuk faciası”na…

Mahkeme Yargıcı; neden uygunsuz bir saatte davaya girmeyi kabul etti?

Neden “sabahın köründe” görülmesi istenen bir dava için “Ayrıcalığı reddediyorum. Hukuk herkese eşit muameleyi gerektirir” demedi, diyemedi…

Neden kendisine bir “rica”da bulunulmuşsa “Anayasamızın 143. maddesinde ‘Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında, mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz denilmektedir” demedi, diyemedi…

Bu yaşanan “hukuk garabeti” daha yeni seçilmiş Anayasa Mahkemesi Başkanı için hiç de “iyi” olmadı.

Üstelik; Yüksek Mahkeme’den yapılan açıklama da çok “yetersiz…”

Toplum; yargıya bir “müdahale” varsa, bunu bilmek istiyor…

Yargı; Yürütme’nin oyuncağı değildir, olamaz…

Bu hukuk düzenimiz bakımından ciddi bir zafiyettir ve Yargı, kafasız siyasetçilerin aleti olmamalıdır…

Bir “atanmış”ın; hem Polisi, hem mahkemeleri, hem de Savcılığı bir “partilisi” uğruna bu duruma düşürmesine, ağzından “devlet” sözcüğünü düşürmeyen o tepedeki siyasetçiler en başta ses çıkarmalıdır.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu