Jurnalcilik, toplumsal kronik hastalığımızdır…
1960’lı yıllardan başlayarak, özellikle 1970’ten sonra Kıbrıs Türk Toplumunda pek çok önemli gelişmenin ya tanığı oldum, ya da canlı tanıklarından dinledim.
Küçük bir toprak parçasında, kalabalık sayılamayacak bir nüfusun bireyleri olduk.
Kıbrıslı Türkler olarak 1974’e kadar bütünlüklü, sosyal, ekonomik hatta kültürel değerlere sahip olamadık.
1963- 1974 arası, Rum kuşatması altındaki yaşam alanlarımızda bile yüksek bir iletişimin varlığından ne kadar söz edebiliriz, bilemiyorum.
Yaşadığımız bunca olumsuzluk akşamdan sabaha olmadı. Kökleri çok rahat İkinci Dünya Harbi sonrası, 1950’li yıllara kadar uzanır.
Bazılarının en çok korktuğu, tarihimizin eksiksiz ve doğru olarak bilinmesidir. Tarihimiz eksiksiz ve doğru olarak bilinse, pek çok kahramanlık hikayesinin gerçekle alakası olmadığı öğrenilirken, PEK ÇOK KOLTUĞUN DA DÖRT AYAĞI BİRDEN KIRILACAK..
***
Şunu, kestirmeden bir yargım olarak ifade edeyim.
GÜCÜ ELİNE GEÇİREN, GÜÇLÜNÜN YANINDA STATÜ ELDE EDENLERİN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU TOPLUMSAL BİRLİĞİMİZE ZARAR VERDİ.
Türkiye’den adaya gelen büyükelçiler ve komutanlar dahil, tümünün adaya gelişi ve gidişi arasında Kıbrıs Türküne saygısında, ya da Kıbrıs Türklerine, Kıbrıs Türk siyasi liderliğine bakış açısından ciddi farklılıklar olmuştur.
Bana göre, bu farklılık hala ortadan kalkmış değildir.
Neden?
Önce neden sorusuna yanıtımı vereyim. Kıbrıslı Türklerde yukarılara çıktıkça şiddeti artan, kıskançlık, çekememezlik ve de kendi insanını birilerine çekiştirme alışkanlığı vardır. Bu durum KRONİK TOPLUMSAL HASTALIKTIR.
Bu çok ciddi hastalık, DEDİKODU GÖMLEĞİ GİYDİRİLEREK, HAFİFLETİLMEYE YA DA ÖNEMSİZLEŞTİRİLMEYE ÇALIŞILIR..
Uzun yıllar Türkiye’den gelen elçiler ve komutanlar için DOME Hotel’de yemek verilirdi. Gelen konuğun sağına soluna “BÜYÜKLERİMİZ” otururdu.
Salonda da Kıbrıs Türk Toplumunun, devlet, sosyal ve ekonomik hayatındaki önemli isimleri neredeyse eksiksiz bulunurdu.
Bir kulak misafirinden yani birinci ağızdan dinledim.
Hoş geldin, hoş bulduk konuşmalarında sonra herkes yemeğine geçerken, protokol masasında, Türkiye’den gelen konuğa, salondakiler, en ince ayrıntısına kadar JURNALLANIRDI.
Tanıtma ya da bilgi verme değil, JURNALLAMA, KARALAMA YAPILIRDI.
Örneğin bir defasında, devlet yapımızda önemli bir kurumsal yapımızın başında bulunan kişi şöyle tanıtılmış. “Geçmişinde mebusluk ve bakanlık da var. Kumar bağımlısıdır. Kumara para yetiştiremediği için parasını yemek için kendinden yaşça büyük, zengin bir kadınla evlendi.”
Neredeyse salonda, yemekte bulunan herkes bu karalamadan, ispiyonlamadan nasibini alırdı.
Anne – baba yabancı birine evlatlarını, kardeşlerini çekiştirirse, o yabancı, o evlat ve yakınlara saygı duyar mı?
Elbette duymaz.
***
Zaman zaman televizyon programlarında da buna benzer konuları ele alır, görüşlerimi benzer eleştirel çizgide dile getiririm. Program sonra karşılaştıklarımdan bir Allah’ın kulu, “Hastürer, söylediklerin biraz ağır kaçtı” demedi.
Tam tersi, “Maalesef, az bile söyledin” diyenler çok.
Toplumsal boyutta psikolojik ve sosyolojik sorunlarımızı, tanı koyup, çözemediğimiz sürece, beterin beterine yolculuğumuz devam edecek.