Gücün sınırlarını akıl ile çizebilme yetkinliği

Türk siyasetinin taraf olmaya ezelden beri müptela olduğu seçimlerden biri de varlığı olup ağırlığı havadaki tüy misali olan Kıbrıs Türkünün yapacağı siyasi tercihler olmuştur.
Israrla resmi geçit yaparcasına, sahaya inip, iradeye müdahale ederek, Erhürmanlehine mağdur algısı yaratmakla kalınmamaktadır. “Tarafsız!” kalınacağını söyleyen Erdoğan’da bir yerde gıyabında 19 Ekim’de sandığa koyulmuş olmuyor mu?
Halbuki Türk siyasi tarihinde mağduriyet vakası ile siyasi başarı elde eden o kadar örnek var ki. Yine de bundan ders çıkarılamıyor.
Demirel askeri müdahalelerle gitti.‘’Mağdur’’ baba rolüne kusursuz birşekilde uyduğu için her seferinde geri geldi.
Ecevit’e atfedilen ‘’Karaoğlan’’ yakıştırmasının tutmasının özünde de hafif esmer olması değil mücadele veren mağdurun çağrışımı yatıyordu. 40%’ların üzerinde oy kazandırmıştı CHP’ye. Hala daha konuşulur.
Özal’ın arkasında koskoca Batı ve içteki ile dıştaki sermaye çevreleri vardı. 1983 seçimlerinde Evren’in karşı tavrı Özal’ı ‘’mağdur’’ rolüne kolayca soktu. Sonuç malum.
27 Nisan e-muhtırası, Erdoğan’ı partisinin bile tahmin edemeyeceği bir oy oranıyla tekrar iktidara taşıdı. Hükümette olup hala daha ‘’iktidara’’ karşı mücadele ediyor algısı o kadar yüksekti ki halk arasında Erdoğan’ın. ‘’Erdoğan hükümet oldu ama iktidar olamadı’’ diye dertlenip bir tek bu kriter üzerinden ona muhalefet partisi lideri gibi oy veren halk yığınları oluştu.
En uzun süre siyasetin en tepesinde görev yapmasına rağmen hala daha ‘’mağdur’’ olmayı başarıyor. Önceleri askere, derin devlete, sonrasında cemaate, faiz lobisineve bu günlerde de İsrail’e karşı hep ‘’mağdur’’ rolünde olmayı başarmıştır.
En tepeye çıktı hala daha mağdur rolündedir. Siyasi mağduriyetin nasıl prim yaptığını en iyi bilendir.
Bu mağduriyet sosyolojisi Türkiye’de o kadar içselleştirildi ve toplumsal bir ihtiyaç haline dönüştü ki, mağduriyete karşı verilen mücadeleyi işleyen Şener Şen ve Kemal Sunal filmlerini defalarca seyretmeye doyamıyor Türk kamuoyu.
Buna rağmen KKTC’deki seçime müdahalenin bir açıklaması var mı?
19 Ekim seçiminin hemen öncesinde akla gelen tek olasılık var.
“Bizim ipimizle yola çıkanı yolda bırakmayız!” algısını ilerisi için canlı tutmak. Bunu pekiştirmek. Yoksa gün gelir o ipin ucunu tutacak birilerini bulmak zorlaşır. Endişe herhalde bu.
Anadolu’da yaygın bir deyişle “her durumda ölümüne arkandayız”.
Biat kültürünün raconu bu.
İçinde akıl yok. Rasyonel düşünme hiç yok.
Güce dayalı cesaret ve baskıya dayalı bir hayat tarzının siyasete yansıması.
Oy kullanırken bunu da bir yere not edin.
Doku uyuşmazlığı tam da bu noktadadır.Akıldan yoksun tamamen cesaret ile cüretkâr olup “bak ben yaptım oldu” diye müdahale etmeyi hak görmek.
Yalnızca bir seçim yapmıyoruz.
Bize özgü hoşgörü içerisinde sessizce vereceğimiz mesaj belki de yapacağımız tercihten de daha önemli bir hal aldı.
Yapacağımız tercih ile seçilecek olandan daha da önemlisi vereceğimiz mesaja aracılık edecek olmasıdır.
Türkiye devletinin çıkarları açısından endişe edilecek bir şey olmadığı mesajını vererek “anamızı” rasyonel olmaya davet edeceğiz 19 Ekim’de. Kırılmak, üzülmek yok. Güçlüye karşı akıl ile sınırlarımızı çizip mücadele etmek bizim genlerimizde vardır.
Bir umut belki ilerisi için not ederler ve iç siyasete müdahaleye dayalı yürütülensiyasetin yerine gücün akıl ile sınırlarınınçizildiği bir siyaseti tercih etmeye başlarlar. Müdahale ile siyaseti devletin üstüne değil, müdahale etmeden devleti siyasetin üstüne koyma yetkinliğini kazanırlar. Bölgesel güç olma hedefi bu yetkinlik olmadan sürdürülebilir olmaz. Yarın Suriye ve Irak’ta da bu yetkinliğe ihtiyaç olacak.
