Devletin niteliğinin küçülmesi, tehlikenin büyüklüğüne işarettir…..
Kamu kaynaklarının özelleştirilmesi, son yıllarda daha fazla gündemi meşgul etmekte.
Kişiler veya şirketler devletin idame ettiği bir alana talip olabiliyor. Talebin devletten gelmiş gibi gösterilmesi ise adetten.
Ulaşımda limanlar, enerjide KIB-TEK, iletişimde ise Telekomünikasyon Dairesi tercihlerin merkezinde.
Ülkemizde eğitim ve sağlık ise, özelleştirme bağlamında, tanımını bulmakta zorlandığım bir yapıda. Her ikisi de temel vatandaş hakkı olmasına rağmen, toplumun ortalama gelirine rağmen, eğitim ve sağlık harcamaları için cebinden çıkan rakamların detaylı araştırması yapılsa, ürkütücü boyutta sonuçlar çıkacağından şüpheniz olmasın. Eğitim ve sağlık için, kısmen ve çarpık özelleşmiş tanımlamasını yapmak ise sanırım yanlış olmaz.
Geçtiğimiz günlerde Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı, Mağusa Limanı ile Gemikonağı Limanı’nın yap-işlet-devret modeliyle özelleştirileceğinin planlandığını duyurdu. Limanlar gibi stratejik, bir ülkenin giriş kapısı özelliği taşıyan noktaların, hangi gerekçelerle özelleştirilmek istendiği noktasının altı ise doldurulmadı.
Bu noktada hafızamızı tazelemenin bir gereklilik olduğuna inanıyorum.
KKTC tarihindeki en büyük işletme devri, önümüzdeki 20 Temmuz’da açılması planlanan, 2012’de Ercan Havaalanı’nın yenilenmesi için çıkılan ihaledir.
İhaledeki en yüksek teklif ; 25 yıllık işletme devir bedeline karşılık yüzde 47.80 devlet ciro paylaşım payına ek olarak, 380 milyon Euro genişleme yatırımı öngörüyordu.
O dönemin Ulaştırma Bakanı Ersan Saner ihale sonrasında yaptığı açıklamada : “Ben yüzde doksan dokuz bekliyordum. Gerçekten güzel bir rakam çıktı, çok teşekkür ediyorum” demişti.
Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar ise o dönemde Maliye Bakanı görevini üstleniyordu. Ersin Tatar ihale sonrası ilk açıklamasında : “Zaten yaptığımız çalışmalarla, ortaya konulan bu güzelliklerle, bu ciddi hazırlıklarla bu bekleniyordu, ama doğrusunu söylemek gerekirse, verilen oran benim de beklentimin üzerinde. O yüzden ilgili şirkete bir kez daha teşekkür etmek istiyorum” demişti.
İhale sonucu ile ilgili detayları öğrendiğimde ilk yorumumu hala hatırlıyorum; bu işin uzun ömürlü, sağlıklı bir ilişki olmayacağı yönündeydi. Düşüncemde, üzerinden geçen 10 yıla rağmen hala bir farklılık yok.
Sonuca göre verilen taahhüt, öyle kolay ve mantıklı bir rakam değildi. Vaat edilen “kar payı” değil, cironun neredeyse yarısının devlete ödenmesi idi.
İhale ile ilgili koşullar için zaman, 2012’den bugüne işliyor.
İhale yürürlüğe girdikten sonraki dört yılda avam projeye göre yenilenecek inşaat işlerinin tamamlanmış olması gerekip, devlete ciro payı ödenmeye başlanacaktı. Olmadı.
Devlet aleyhine 93 milyon dolarlık tazminat davası açıldı.
Sözleşme şartlarına göre, devletin yükümlülüklerini yerine getiremediği gerekçesiyle sözleşme 4 yıl daha uzatıldı.
Ana ve ek İhale şartnamesi arasındaki ciddi hatalardan kaynaklı devlet zararından bahsediliyor.
Arada, “tarafsız denetçi firma” fiyaskosu çıktı.
İhaleyi alan firmanın ortakları, aralarındaki uyuşmazlık sonucu mahkemelik oldu. Taraflardan biri ihale şartlarının ihlal edildiğini hala savunuyor. Bunlar ve daha fazlası biz Ercan havaalanındaki kahvenin fiyatını konuşurken oldu.
Sonuç, ortada kaos olduğu gerçeğidir. Bu kaostan kimin fayda sağladığının en basit ölçeği, kimin cebine ne kadar para girdiği ile ölçülür.
İhalenin üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına rağmen, hala daha öngörülen gelire ulaşmıyorsa, orada ciddi yanlışlar yapılmış demektir.
İhale ile ilgili mahkemelerde olan konular var. Hukuk ve mahkemeler kaçış alanı değil, bir uzlaşı aracı olduğunu unutmamak gerekir.
Kaynak yönetimi, bir uzmanlık ve beceri konusudur.
Kamu kaynağında öncelikli kriter, kamu menfaatidir.
Nicel anlamda devlet küçülebilir ama nitel anlamda küçülmesi farklı tehlikeler barındırır.
Bu bağlamda, ülkede her şeyden önce ihtiyaç duyulan, tüm kaynak çeşitlerinin detaylı tespiti, potansiyeli ve stratejik önemini kapsayan bir yol haritası niteliğinde, toplumsal verimliliği esas alan, hükümetler değişse bile devletin kurumsal kimliği ile devam ettirilecek ekonomik kalkınma master planıdır.
Devlet her şeyi kendi yapsın demiyorum ama ancak devlet her yerde toplumunun menfaatlerini koruyacak ve denetleyecek kabiliyette olsun.
Bunları yazarken, kurumsal yapının erozyonun ve siyasetin geldiği noktanın bilinci ile yazıyorum.
İçinde yaşadığımız durum, hala daha yeni bir yapılanmaya fırsat tanır niteliktedir.
Kısa bir süre sonra ise geç kaldığımızın farkına varacağız.
Bir taraftan güven yaratıcı önlemler üzerinde müzakere edip, limanlarımızın doğrudan uluslararası aktivite kapsamına dahil olmasını ve potansiyel gelirlerini tartışmayı bile ret ederken, diğer taraftan, günü kurtarmak için geleceğimizi ipotek edeceğimiz özelleştirmeleri marifet gibi göstermek, bir tek bana mı yanlış geliyor.